I-) TANIM 

Kanunlarımızda ve uluslararası belgelerde tutuklamanın açıkça bir tanımı yapılmamıştır. Sadece bu metinlerde tutuklamaya ilişkin genel esaslar üzerinde durulmuş ve tutuklama tedbirine başvurulabilmesi için olması gereken hususlar belirtilmiştir. Tüm bu mevzuat ve öğreti birlikte ele alındığında Ceza muhakemesi hukukunda özgürlüğü kısıtlayıcı boyutuyla en önemli koruma tedbirlerinden olan tutuklama; hakkında henüz kesin hüküm bulunmayan ancak suç işlediği konusunda kuvvetli şüphe bulunan kişinin hakim kararı ile özgürlüğünün geçici olarak kısıtlanmasından ibarettir. Tutukluluk şüpheli yada sanığın özgürlüğünün kısıtlanmasından başlar ve salıverilme durumuna  yada cezanın infazına başlanmasına kadar devam eder.’’ Bu durumda olan kişiye tutuklu içinde bulunduğu yasal duruma ise tutukluluk denir.’’1 

            Tutuklama kesin hüküm olmaksızın kişinin en temel haklarından biri olan özgürlüğü kısıtladığı için mutlaka hakim tarafından verilmesi gereken bir koruma tedbiridir. Savcılığın belli şartların gerçekleşmesi halinde yakalama kararı çıkartma yetkisi varsa da tutuklama kararı verme yetkisi yoktur. Soruşturma aşamasında tutuklama kararı Sulh Ceza Hakimliği, kovuşturma aşamasında ceza davasının açıldığı mahkeme tarafından verilmektedir.       

           Tutuklama koruma tedbiri asla bir ceza değildir. Hakim tarafından verilebilen bir koruma tedbiri kararıdır. Geçicilik özelliği ile birlikte delil süjelerinin (şüpheli ve sanık) ve delillerin ceza yargılaması boyunca muhafaza olunması amacı ile ceza yargılamasının salt gerçeği aramasına hizmet eden bir araç olarak değerlendirmek gerekir. Bunlarla birlikte ne yazık ki tutuksuz yargılama esas tutuklu yargılanmak ise istisna iken uygulamada tutuklama tedbiri ön infaz olarak kullanılmaktadır.  

II-) HUKUKİ NİTELİK 

Ceza muhakemesinin salt gerçeği bulmak amacıyla doğru yapılabilmesi ve ileride hükmün verilebilmesi için karar vermeye haiz kişiler olan yetkililer tarafından, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde, geçici olarak başvurulan ve kesin hükümden önce bazı temel hak ve hürriyetleri kısıtlayıcı kanuni çarelere “koruma tedbirleri” denilmektedir. Koruma tedbirlerinin öncelikli amacı şüpheli yada sanığın hazır bulunmasını sağlamak ve delillerin yok olmasını önlemektir. İşte tutuklama hukuki niteliği itibari ile hürriyeti doğrudan kısıtlayan bir koruma tedbiridir.   

III-) AMAÇ 

           Tutuklamanın hukuki nitelik bakımından bir koruma tedbiri olduğunu yukarıda belirttiğimize göre bu koruma tedbirinin korumak istediği bazı değerler ve varlığına hizmet eden bir takım amaçlar olmalıdır. ‘’İşte tutuklama kararları ile korunmak istenen öncelikle ceza yargılamasının mümkün olduğunca seri ve sağlıklı bir biçimde yürütülebilmesi, delillere ulaşımın ve yargılama sırasında sanığın mevcudiyetinin sağlanabilmesi ve yapılacak olan yargılama sonucunda verilecek olası mahkumiyet kararlarının yine sağlıklı bir şekilde infaz edilebilmesinin zemininin hazırlanabilmesi olduğu ifade edilmektedir.’’2 

Ceza yargılamasında kanuna ve düzene ihtilaf yaratan olay gerçekleşir ve bir tez öne sürülür bu tez beraberinde antitezi getirir. Fakat salt gerçek tektir ve yargılamayı yapan makamın en nihai amacı bu salt gerçeği şüpheye yer vermeden ortaya çıkarmak ve ceza hukuku kapsamında cezalandırılmasını sağlamaktır. Maddi gerçeği şüpheye yer vermeden ortaya çıkarma gayesi içinde olan mahkeme, olayı baştan canlandırmak için delilleri eksiksiz ve sağlıklı bir biçimde ortaya çıkarmalı onları korumalı, tüm tanıkları huzurda dinlemeli ve eksiksiz olarak maddi gerçeği bulmak amacıyla gerekli tüm çalışmaları ifa etmelidir. Bu amaca yönelik olarak çalışmalarını yürüten mahkeme bir takım sorunlarla karşılaşabilir. ‘’sanık olaya ilişkin delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme hazırlığında veya girişiminde bulunabilir ya da tanıklara tesir ederek onların yalancı tanıklık yapmasına sebebiyet verebilir. Veyahut sanık kaçar ve sanığın olayla ilgili sorgusu yapılamaz ve böylece ceza muhakemesinin mümkün olduğunca hızlı ve sağlıklı bir şekilde gerçekleştirilmesi mümkün olamaz. İşte, tutuklama kararı ile maddi gerçeğin araştırılma çabası içerisinde karşılaşılacak bu gibi sorunlar bertaraf edilmiş olacaktır.’’ 3 

            Tutuklama aslında çoğu zaman cezadan daha ağır sonuçlar ortaya çıkarabilir. Cezaya benzer ; çünkü kişinin özgürlüğü üzerinde doğrudan sınırlayıcı etkiye sahiptir. Cezadan daha ağır bir etkiye sahip olabilir; çünkü kişinin özgürlüğünü henüz hakkında kesin bir hüküm bulunmadan , henüz suçluluğu sabit olmamışken kısıtlandırır. Ancak tutuklama asla bir ceza değildir masumiyet karinesi gereği herkes hakkında kesin hüküm verilene kadar suçsuzdur. Masumiyetin kanıtlanmaya ihtiyacı yoktur kişinin suçluluğunun kanıtlanmamış olması yeterlidir.  

         ‘’Bu açıklamalar doğrultusunda sanığın ikrara zorlanması veya gözünün korkutulması veya kulağına küpe olması , toplumsal infialin yatıştırılması , öç almak veyahut da devletin gücünü göstermek veya ‘bırakırsam gazetelere manşet olurum’’ gibi sebeplerle tutuklama yoluna gidilemez , gidilmemelidir. ‘’4 Ayrıca yavaş işleyen ceza muhakemesi yargılaması ile birlikte uzun süreler boyunca hakkında karar verilemeyen sanığın tutuklu bulundurulması maalesef uygulamada sıklıkla karşımıza çıkmaktadır.  

IV-)TUTUKLAMANIN ÖZELLİKLERİ VE ÖN KOŞULLAR 

A-ÖZELLİKLERİ  

1.Ceza Olmaması  

           Yukarıda amacını anlatırken belirttiğimiz gibi tutuklama bir ceza değildir. Hukuki mahiyeti gereği bir koruma tedbiridir. Tutuklama ve hapsin ceza yargılamasındaki uygulama aşamaları, uygulanma yer ve şekilleri , amaçları gibi hususlar üzerinde durulduğunda iki ayrı kurum olduğu açık bir şekilde anlaşılacaktır. Aralarında tek ortak payda olarak hürriyeti doğrudan kısıtlayıcı olmaları gösterilebilir. 

            Tutuklama, soruşturmanın başlaması ile hüküm verilinceye kadar uygulanabilen bir koruma tedbiri iken hapis, yargılamanın bitirilmesiyle birlikte ceza olarak hükmolunur. 

            Hürriyeti bağlayıcı cezaların indaz edildiği kurumlar ‘’cezaevleri’’dir. Oysa tutuklu kimseler ‘’tutukevi’’ denilen yrlerde barındırılırlar. 5275 sayılı Ceza Ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un ilgili maddesinde vurguladığı gibi, Madde 111- (1) Tutuklular, iç ve dış güvenlik görevlisi bulunan, firara karşı teknik, mekanik, elektronik veya fizikî engelleri olan, 34 üncü maddede sayılan hâller dışında oda ve koridor kapıları sürekli olarak kapalı tutulan ve yasal zorunluluklar ayrık, dışarıyla irtibat ve haberleşme olanağı bulunmayan normal güvenlik esasına dayalı tutukevlerinde veya maddî olanak bulunmadığı hâllerde diğer kapalı ceza infaz kurumlarının bu amaca ayrılmış bölümlerinde tutulurlar. Yani hükümlülerle tutuklular kural olarak ayrı kurumlarda barındırılıcaklar ; ancak maddi olanak bulunamaması gibi istisnai hallerde , aynı kurum içerisinde ve bu halde de birbirinden ayrılmış bölümlerde barındırılacaklardır. 5 

            2-İhtiyari Olması  

            Türk ceza yargılamasında tutuklama ihtiyari olarak uygulanır. Tutuklama kurumu bakımından ihtiyarilik sistemi esas alınmıştır. Şöyle ki; soruşturma veya kovuşturma aşamasına konu olan olay bakımından hakimin yada mahkemenin tutuklama kararı vermek zorunda olamaması , olayı inceleyerek tutuklama nedenlerinin varlığı olsa bile somut olaya gerekliliği konusunda son taktir yetkisinin kendisinde olması demektir. Fakat bu son taktir yetkisinin tekrar mahkeme veya hakime bırakılması keyfiliğin uygulanabileceği anlamına gelmez. Keyfilik hakkaniyete ve adalete aykırıdır. 

            Ceza muhakemesi kanunu’nda ve Anayasamızdaki düzenlemeler ışında tutuklamanın ihtiyari olduğu rahatlıkla anlaşılabilir örneğin ; CMK md.100 Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. Şeklindedir. Anayasa md.19 da ise ‘’Hakim kararı ile tutuklanabilir…’’ ifadesi yer almaktadır.  

           3-İstisnai Olması ve Ölçülü Olması  

            Ceza muhakemesinde esas olan kişinin özgürlüğü en son ihtimal dahilinde kısıtlanarak tutuksuz yargılanmasıdır. Soruşturma ve kovuşturma aşamasında ceza yargılamasında Hüküm verilene kadar kişinin özgürlüğü kısıtlanmamalıdır. Ancak kanunda yazılı şartların varlığı doğrulanmsıyla yetkili makamın kanaat getirmesiyle tutuklama kararı verilebilir. Koruma tedbirlerinin kısıtlama bakımından değerlendirilerek ağırlığı göz önüne alındığında tutuklama yerine adli kontrol hükümleri tutuklamanın sağlayacağı korumayı sağlıyor ise hakim tutuklamanın ihtiyari olma özelliğini kullanarak kanaatini adli kontrol koruma tedbirini kullanmakla kullanmalıdır. 

             Adli kontrol tedbiri yeterli ise tutuklama tedbirine başvurulmamalıdır. Hakim orantılık (ölçülülük) ilkesinin gereği olarak öncelikle amaca yeterli diğer tedbirlerin varlığını göz önüne almak zorundadır. Hukuk devleti olmanın gereği, özgürlük kısıtlamasının şartları gerçekleşse dahi, bireyin bu kısıtlamadan en az zararla kurtulması amaçlanmalıdır. Buna göre; yurt dışına çıkma yasağı koyarak sanığın el altında tutulması mümkünse daha ağır tedbirler olan yakalama ve tutuklamaya karar verilemez. Teminat yatırılmışsa tutuklama kararı askıya alınabilir. Ancak; teminatla salıverme sanık için bir hak, buna karşılık hakim için bir zorunluluk değildir. Yargıç tutuklamanın amacına teminatla salıverme ile ulaşılıp ulaşılamayacağını değerlendirip uygun görürse bu yola başvuracaktır. Hakim bu değerlendirmeyi yaparken de orantılılık ilkesi ile bağlıdır. Çünkü, ödeme gücü yüksek bir kişiyi düşük bir teminatla, ya da ödeme yeteneği çok sınırlı bir kişiyi de çok ağır bir nakdi kefaletle serbest bırakma kararı vermek yasanın amacına aykırı olacaktır. 6 

 4Araç Olması 

           Tutuklama ceza muhakemesinin amacı olan maddi gerçeği bulma çabasına ulaşmasında kullanılan bir araçtır.  Eğer ki olayı çözümlemek ve yeniden yaşatmak amaçlı deliller toplanmış ve karartılma ihtimali kalmamış ise, sanığın kaçması engellenmiş ve kendisi duruşmalarda hazır edilebilmişse tutuklama amacına ulaşmıştır. Amacına ulaşması halinde kişinin özgürlüğünün kısıtlanmasına keyfi halde son vermemek hakkaniyete aykırıdır.   

  5-Geçici Olması  

           Tutuklamanın ceza muhakemesinin sağlıklı yürütülebilmesine hizmet eden bir tedbir olduğundan bahsettiğimize göre bu tedbir geçici olmalıdır.  Tutukluluk hali salıverilme ile veya mahkemenin son hükmü ile hükümlülüğün başlamasıyla yada kanunda öngörülen azami tutukluluk sürelerinin dolmasıyla son bulur. Hükümden önce dahi olsa tedbirden beklenen amaca ulaşıldığında tedbire acilen son verilmelidir.  

            B-ÖN KOŞULLAR  

            1-Gecikmede Tehlike  

Koruma tedbirlerinden biri olan tutuklamanın üç ön şartı vardır. Bunlar; gecikmede tehlike, haklı görünüş , ve ölçülülüktür. Bu şartlar tüm koruma tedbirlerinde mevcuttur. Koruma tedbirleriyle çoğu zaman henüz gerçekten bir suçun işlenip işlenmediği veya işleme muhatap olan şüpheli tarafından işlendiği yargı kararı ile sabit olmadığı hâlde, gecikmesinde sakınca bulunmasından dolayı görünüşte haklılıkla yetinilerek gerek şüphelinin gerekse şüpheli statüsünde olmayan üçüncü kişilerin temel hak ve özgürlüklerine müdahale edilmektedir. Bu nedenle koruma tedbirlerine ölçülü bir şekilde, görünüşte haklı olan ve gecikmesinde sakınca veya tehlike bulunan hâllerde başvurulması gerekmektedir.7 Tutuklama tedbirine başvurulmadığında veya geç başvurulduğunda yargılama sağlıklı bir şekilde yürütülemiyor veya hüküm verilemiyorsa gecikmede tehlike olduğu kabul edilir. Her somut olayda gecikmede sakınca olup olmadığının ayrıca değerlendirilmesi gerekir.  

2-Haklı Görünüş  

Yapılan ceza muhakemesinde kişi yapılan tüm soruşturmalar ve yargılama esnasında yapılan incelemeler sonucunda suçsuz bulunarak beraat de edebilir , suçlu bulunarak hakkında hüküm verilir ve hükmolunan cezanın infazına da başlanabilir. Ceza muhakemesi yargılaması şüpheden beslenir. Tutuklama tedbirinin amacı gereği bu tedbirin uygulanması için haklı olunulması işin doğası gereği mümkün değildir. Nitekim bu tedbir zaten haklılığın ve salt gerçeğin eksiksiz bir şekilde araştırılmasını sağlayabilmeye hizmet eder dolayısıyla Tutuklama kararı verilirken tam haklılık bir kenara  görünüşte haklılık ile yetinilenecektir. 

            TUİK’in verilerine göre, cezaevindeki kişi sayısının yüzde 10.1 arttığını ortada. 31 Aralık 2019 tarihinde cezaevinde bulunan kişi sayısı, 2018 yılının aynı tarihine göre yüzde 10.1 artarak, 291 bin 546’ya yükseldi. 31 Aralık 2019 tarihindeki cezaevlerinin yüzde 84.1’i hükümlüler, yüzde 15.9’u tutuklulardan oluşuyor.  2010 yılından beri tutulan kayıtlar incelendiğinde tutuklu ve hükümlü oranları devamlı artışta olduğu bilgisine ulaşıyoruz, bu istatistikler göz önüne alındığında artan nüfus ve suç oranını bir kenara alındığında tutuklama tedbirine başvururken haklı görünüş ön şartı benimsenmeden keyfilik ve varsayım üzerine kararlar alındığı ortadadır.   

            3-Ölçülülük  

            Koruma tedbirleri içlerinde mecburi bir zorlama unsuru barındırır . Örneğin, yakalama ve tutuklama kişinin en temel haklarından olan kişi hürriyetini kısıtlar. Arama ve el koyma , mülkiyet hakkını ve özel yaşamın gizliliğini ihlal eder. Beden muayenesi ve vücuttan örnek alınması ise kişinin vücut bütünlüğünü ve vücut dokunulmazlığını ihlal eden koruma tedbirlerindendir. Diğer taraftan, koruma tedbirleri ceza muhakemesinin temel amacı olan maddi gerçeği bulmayı hedeflediklerinden, çoğu kez bu tedbirlere başvurma zorunluluğu hasıl olur. Koruma tedbirlerine karar verilirken veya bu tedbirler uygulanırken dikkat edilmesi gereken, koruma tedbirlerine karar verilmesi ile elde edilecek yarar ile bu surette ortaya çıkacak zarar arasında makul, akla uygun bir ölçünün bulunmasıdır.  8  Bir koruma tedbiri amacı gerçekleştirmeye ne kadar uygun ve elverişli ise ölçülülük ilkesinin bahsettiği dengeye o kadar yaklaşılmış demektir. Gerekenden daha ağır koruma tedbirler, tedbir niteliğinden uzaklaşarak amacından saparlar ve ‘’ceza’’ kurumuna yaklaşırlar. 

            Bu açıklamalar çerçevesinde ölçülülük ilkesi, bir özgürlük ya da hakkı sınırlandırmada başvurulan aracın, sınırlandırmayla ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olması, sınırlandırma aracının  amaç için gerekli olması , araçla amaç arasında bir oran olması olarak tanımlandırılabilir.9 Anayasa mahkemesine göre daha sade olarak tanımlamak  gerekirse amaç ve araç arasında hakkaniyete uygun bir dengenin kurulmasını ifade eder.  

            CMK ‘ da ‘’ölçülülük’’ veya ‘’Oranlılık’’ madde 100 de ‘’İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez’’ denilerek açıkça kaleme alınmıştır. Örneğin bir olayda kişinin duruşmada hazır bulunmasını yada kaçmasını engellemek amacıyla kişi hakkında yurtdışına çıkma yasağı getirilerek günlük adli kontrol şartına başvurarak şüpheli/sanığın el altında tutulması sağlanabiliyorsa bu olaya göre tutukluluk tedbirini uygulamak ölçülülük ilkesine aykırılığı temsil edilecektir.   

V-) TUTUKLAMANIN ÖZÜNÜ OLUŞTURAN İLKELER 

  1. Hukuk Devleti İlkesi  

            Anayasa’nın 2.maddesi uyarınca Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir. ‘’Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir’’ Hukuk devleti ilkesi uyarınca , yasama , yürütme ve yargı gücü, yani egemenlik adı verilen gücü millet adına kullanan anayasal organlar ; bu gücü sadece hukukun genel ilkeleri , Anayasa ve kanunlar çerçevesinde insan haysiyetini korumak , ve insan hakları ile temel hak ve hürriyetleri gerçekleştirmek , adaleti ve hukuk güvenliğini sağlamak amacıyla kullanabilirler. O halde hukuk devleti , insan haklarına saygılı , adaleti ve güvenliği sağlayan , eylem ve işlerinde hukuk kurallarına bağlı olan devlettir10 

Anayasa mahkemesi ise bir içtihadında hukuk devleti ilkesini şu şekilde tanımlamıştır. ‘’Her eylem ve işlemi hukuka uygun , insan haklarına özen gösteren , bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren , her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren , Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan , hukuku tüm de4vlet organlarına egemen kılan , Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayıp yargı denetimine açık olan , yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasa bulunduğu bilincinden uzaklaştığında geçersiz kalacağını bilen devlet…’’ 11olarak tanımlamıştır.  

Hukuk devleti deyimi devletin hukuk kuralları ile bağlı olmadığı polis devleti kavramına karşıt olarak kullanılmaktadır. Çağdaş ve demoktarik uygarlığın en önemli basamaklarından biri hukuk devletidir. Vatandaşların devlete karşı güven duymaları ile birlikte korkusuzca kendini geliştirebilmeleri, adalete güvenmeleri ancak bir hukuk devletinde mümkündür.  

           Hukuk devletini doktrinde ele alındığı gibi birkaç boyut üzerinden değerlendirirsek birinci boyut şüphesiz insan haklarının gerçekleştirilmesi ve uygulanabilirliğidir. İnsan hakları kişinin ırk , renk , cins , dil , din , siyasi hiçbir ayrım gözetmeksizin insan olmaktan kaynaklanan haklarıdır. 12 Çağdaş devletler Anayasaları ve kanunlarında insan hakları ışığındaki düzenlemelere yer verir ve uluslararası antlaşmalara imza atmaktadır. Fakat esas önemli olan bu hakları kapsayan kanunlar yaratmak değil onları uygulayabilmektir. Bu tip uluslararası antlaşmalara taraf olan devletler uygulamalarını denetlenebilirliğini sağlamak üzere bir üst kuruma açmaktadırlar.  

           Hukuk devletinin ikinci boyutu adaletin sağlanmasıdır. Çok geniş ve kapsayıcı bir tanımı olsa da hukuk devleti için adalet, herkesin fırsat eşitliğine sahip olması, herkesin kanun önünde eşit olması, bunları fiziki yada manevi olarak engelleyici ve güçleştirici durumların ortadan kaldırılması anlamına gelir. Hukuk devletini şüphesiz en önemli boyutu adalettir adale, toplumdaki her birey için aynı oranda sağlanmalıdır. Hukuk , hiçbir zümre ve sınıf için tanınan bir ayrıcalık değildir , olamamalıdır. Her bireyine fark ve statü ayırt etmeksizin aynı oranda adalet vaat eden ve uygulayabilen devlet şüphesiz hukuk devletidir. Hukuk ve devlet birbirinden ayrılamaz iki bütündür hukuksuz devlet olmaması gerektiği gibi devlet olmadan da hukuk icra edilemeyecektir. 

           Hukuk devletinin üçüncü boyutu ise güvenliğin temin edilmesidir. Güvenliğin sağlanamadığı ve insanların endişe içinde varlığını sürdürdüğü bir devlet insan haklarının ve adaletin uygulanması bakımından doğru zemin hazırlayamamıştır. Kişinin en temel haklarından olan yaşama ve vücut bütünlüğünü koruma hakkının korunması sağlanamayan bir ülkede güvenliğin temin edilmesi boyutunun sağlanması göz ardı edilmiş yada başarılamamıştır.  

            Tüm bu açıklamalar çerçevesinde , ceza muhakemesinin en ağır tedbirlerinden biri olan tutuklamanın ancak ve ancak gerçek bir hukuk devletinde gerektiği gibi uygulanabileceğini ifade etmek gerekir. İnsan haklarının sağlanamadığı , adaletin ve güvenliğin temin edilemediği bir ülkede tutuklama gelişi güzel olarak uygulanan bir tedbir olacaktır. Unutulmamalıdır ki , tutuklama koruma tedbirine başvuran mercilerin hassas bir denge üzerine kurulu olan hukuk devleti üzerinde ustalık ve bilgiyle yürümesi gerekir. Zira bu hassas denge ve ölçünün kaybedilmesi halinde hukuk devleti ilkesinin de dışına çıkılacaktır.13 

            B.)Adil Yargılanma Hakkı  

            Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesi ve 1982 Anayasası’nın 36. maddesinde yer bulan adil yargılanma hakkı bu iki maddede şu şekilde ele alınmıştır; Madde 36 – Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.  AİHS madde 6 da yer alan düzenlemeye göre ise gerek medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili davalar yönünden ve gerekse ceza davaları yönünden adil yargılanma kabul edilmiş, bu çerçevede kişinin yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından makul süre içerisinde, hakkaniyete uygun olarak ve açık duruşma esası çerçevesinde yargılanması gerektiğini belirtmiştir. 14  

            Açıklamaya çalıştığımız konu olan tutuklama tedbiri bakımından adil yargılanma ilkesinin önemi ise ortadadır. Şüpheli veya sanık özgürlüğünü sınırlandırma sonucu doğuran tutuklama tedbirine başvurulurken, savunmasını usule uygun ve doğru bir şekilde yapabilmesi için devlet tarafından atanan veya kendisinin seçeceği bir müdafi yardımından faydalandırılmalı, tutuklama kararı alınırsa bu tedbire neden başvurulduğu kişiye anlayacağı bir dilde derhal bildirilmeli, tutuklanan kişinin savunmasını hazırlayabilmesi için kişiye uygun bir zaman ve kolaylıklar da sağlanmalıdır.  

           C.)Suçsuzluk (Masumluk) Karinesi 

           Suçsuzluk karinesine göre şüpheli yada sanık yetkili birimlerce yapılan soruşturma aşamasının ardından yetkili mahkeme tarafından usulüne uygun olarak yapılan yargılama aşaması sonucunda hakkında kesin hüküm verilip mahkum edilinceye kadar suçsuzdur. Şüpheden sanık yararlanır. Bir başka deyişle masumluk karinesi kişinin suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar suçsuz sayılmasını sağlayan karinedir ve Anayasa’nın 38.maddesinde ‘’suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.’’ denmek suretiyle ele alınmıştır.  

            Masumluk karinesine göre suçlu sayılmadığı halde tıpkı bir suçluymuş gibi kişinin özgürlüğünü en ağır şekilde kısıtlayan tutuklamanın uygulanması ve muhakeme süjesinin tutukevine gönderilmesi masumluk karinesine aykırılık teşkil etmez mi ? Yrd.Doç.Dr. Z.Özen İNCİ ‘’Bir koruma tedbiri olarak Türk Ceza Muhakemesi hukukunda tutuklama’’ adlı kitabının 4.basısında doktrinde bu soruya cevap veren çeşitli hocalarımızın görüşlerini bir araya toplamıştır.  

          Kunter/Yenisey/Nuhoğlu’na göre; masumluk karinesi, sanığın mahkum oluncaya kadar suçlu sayılmaması demek olup, onun suçsuz olduğu hakkında bir varsayım değildir. Bu sebeple, tutuklama kararı verilmesiyle masumluk karinesi ortadan kalkmayacaktır. Tutuklama süresinin beklenen ceza kadar sürdürülmesi halinde masumluk karinesinin ihlalinden bahsedilebilir. 

           Tosun’a göre; sanığın suçluluğu veya suçsuzluğu muhakeme sonucunda anlaşılacaktır. Muhakeme edildiği sırada sanık suçlu sayılmayacaktır; çünkü suçluluğu muhakemenin ardından anlaşılacaktır. Buna karşın, muhakeme sırasında sanık suçsuz da sayılmayacaktır; çünkü suçsuzluğu da muhakeme sonucunda anlaşılacaktır. O halde ne suçlu, ne suçsuzdur. Gerçekten, suçlu kabul edilip ona göre cezalandırılamamakta ve yine suçsuz sayılıp suçsuzlar gibi işi gücü ile meşgul olması olanağı da kendisine tanınmamaktadır. Çağırılması üzerine muhkeme huzuruna gelmesi ya da tutuklama kararı üzerine hürriyetinin kısıtlanmasına razı olması istenmektedir. Başka bir değişle, kişi sanık sıfatını kazanmakla suçluluk ile suçsuzluk arasında bir sıfat kazanmaktadır. 

            Soyaslan’ a göre; sanığın suçluluğunu ispat yükü iddia makamına aittir. Eğer makul bir şüphe varsa, sanık suçlu bulunmamalıdır. Arama, el koyma ve tutuklama gibi koruma tedbirlerinin masumluk karinesine aykırı olduğu düşünülebilir. Ancak bu tedbirlerin alınması masumluk karinesine aykırı değildir; çünkü alehine bu tedbir uygulanan kişi yargılama sonucunda beraat edebilir. Esasen bu tedbirin alınması işlenen suçun ağırlığına, sanığın kaçma ve delilleri ortadan kaldırma ihtimalinin varlığına, sanık hakkında haklı şüphe sebepleri ve suçu işlediğine dair kuvvetli belirtiler olmasına bağlıdır.  

         O halde tutuklama kararı şüphe duyulan suçun ağırlığına göre verilirse yada şüpheli veya sanık hakkında masumluk karinesini çiğner şekilde büyük olasılıkla zaten ceza alacak cezayı şimdiden çekmeye başlasın düşüncesiyle uygulanırsa masumluk karinesine aykırılık teşkil edecektir. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki; yasama, yürütme ve yargı arasında adeta güçlülüğü yakın görülebilecek medyada da masumluk karinesini çiğneyen haberlere sıklıkla rastlamaktayız. Medyada özellikle tutuklama veya salıverilme olaylarına sıklıkla yorum yapıldığını gözlemlemekteyiz. Tutuklama kararı toplumun cezalandırılma dürtüsü ile verilmez. Tutuklama bir koruma tedbiridir ve amaca hizmet eder. Ancak basında bazı şüpheli/sanıkların tutuklanmaması, onların cezasız kalacağı gibi gösterilerek toplum yanlış yöne sevk edilmekte, toplumun değer yargıları sömürülerek yargı organları üzerinde bilinçli veya bilinçsizce bir baskı kurulmaktadır. Oysa belirtmek gerekir ki; basının bu yöndeki davranışları Basın Kanunu’nun 19.maddesi gereğince ‘’yargıyı etkileme suçu’’ oluşturabilir.  15 

KAYNAKÇA:

[1] Cantel Zafer ,Ceza Muhakemesi Hukuku 16.bası s.393

[2] Z.Özen İnci- Bir koruma tedbiri olarak ceza muhakemesi hukukunda tutuklama- 2017 4.bası syf.24

[3] Z.Özen İnci- Bir koruma tedbiri olarak ceza muhakemesi hukukunda tutuklama- 2017 4.bası s.25

[4] Kunter/Yenisey/Nuhoğlu s.774

[5] Z.Özen İnci- Bir koruma tedbiri olarak ceza muhakemesi hukukunda tutuklama- 2017 4.bası s.28

[6] Mehmet Reşat Koparak ‘’Bir koruma tedbiri olarak tutuklama’’ adlı makale TBB DERGİSİ SAYI 65 2006 S.156

[7] https://www.hukukihaber.net/ceza-muhakemesinde-gecikmesinde-sakinca-bulunan-hl-kavrami-ve-uygulamasi-makale,7499.html Dr.Suat ÇALIŞKAN ‘’Ceza muhakemesinde gecikmesinde sakınca olunan hal kavramı ve uygulanması’’ adlı yazısı

[8] ÖZTÜRK / ERDEM 2006 s.487

[9] Feyzioğlu ‘’tutuklama’’ s.17

[10] Özbudun, ergun , Türk Anayasa Hukuku , 8.Bası , Ankara , 2004 s.113

[11] AYM 27.03.1986 tarih 1985/31 E. 1986/11 K.

[12] Akıllıoğlu , Tekin , İNSAN HAKLARI I-kavram , kaynakları ve koruma sistemleri , AÜSBF insan hakları merkezi yayınları no : 17 Ankara 1995 s.21

[13] Z.Özen İnci- Bir koruma tedbiri olarak ceza muhakemesi hukukunda tutuklama- 2017 4.bası s.38

[14] Z.Özen İnci- Bir koruma tedbiri olarak ceza muhakemesi hukukunda tutuklama- 2017 4.bası s.39

[15] Z.Özen İnci- Bir koruma tedbiri olarak ceza muhakemesi hukukunda tutuklama- 2017 4.bası s.43